Yokluğun Habercisi | Var Olabilmek | Gürkan Duman
Yokluğun Habercisi
Uyandığımız o ilk vakit gerçek kimliğimizin ön yüzü. Geçmiş ve gelecek, uyanmak ve kalkmak ile hemen hemen aynı görevlere sahip niteliklerdir. Bizi şekillendiren gerçeğe karşı uyanma şeklimiz. Çünkü dünya öyle bir yer ki bir yer gece iken diğer yer gündüz. Öyleyse birimiz uykudayken diğerimiz uyanık. Her ne sebeple uyanma ve kalkma görevlerini yerine getireceğimiz bir hayata ve güne başlayabiliyorsak var olabilmenin haberini alıyoruz aslında kendimizden. Bu durumda bizi varlık içine sokan da yokluğun habercisi olmuyor mu? İki zaman var: Geçmiş ve gelecek. Bunu 3’e bölen ise ”anlık” zamanlardır. Dün geçti, bugün var. Yarın meçhul…
Bugün zamanı değerli kılmanın öneminden ve püf noktalarından bahsedeceğim. Bir çok kesimin bundan uzak durduğu, yapamadığı hatta yapma eylemini nasip statüsü içerisine sokacak olursak yapmaya fırsat bulamadığı farklılıklar diyebiliriz. Çünkü birimizi bir diğerimizden ayıran özellikler arasında da yer alır farklılıklar.
Peki nedir bu?
Paylaşmak…
Kimimiz bilerek kimimiz bilmeyerek de olsa paylaşıyoruz. Ama her insanın ortak noktada en çok harcadığı şey zaman. Öyleyse zamanı nasıl ve nerede harcıyoruz sorusu da bizim ne kadar paylaşımcı olmamızın da kilit noktası olacaktır. Zaman aslında paylaşma aracının ta kendisidir. Fakat zamanda kendi içerisinde genişleyen bir statü durumuna sahiptir. Birilerinin bulunduğu mekanda zaman çok çabuk geçiyorken diğerlerinin bulunduğu mekan içerisinde zaman hiç geçmiyor olabilir. Aslında bunu belirleyen ve dönüşüme açık hale getiren faktörler arasında kendi eylemlerimizde bulunuyor olabilir. Örneğin sevmediğiniz yaptığınız işte zaman çok çabuk geçiyorken, severek yaptığınız bir iş modelinde zaman çok hızlı akıp geçiyor. Ben aslında ”Güçlünün parası” yazımda bunun mekan olarak farklılıklarını vurgulamıştım. Yani her mekanın farklı bir zaman dilimi vardır. Belki o gün davet edildiğiniz yerde yoksanız, yanlış yerdesiniz demektir. Burada önemli olan davet edilmek ve orada bulunmamak.
Hepimiz içinde ait olduğumuz zamanın bir parçası olmakla mükellefiz. Zaman her birimiz için yaptığımız eylemlere göre farklı işler. Duvardaki saat doğruyu göstermekle görevlidir. Onun orada olmasını sağlayan şartları da bizler oluştururuz. Zamansal faktörler eylemlerimizle birlikte fiziksel özelliklere bölündüğünde daha fazla parçacıklar meydana getirebilir. Örneğin: Zamanı verimli kılmak başlığı bunun için bir değerdir. Bu değeri gerek spor yapmak, gerek koşmak, gerek farklı aktivite içerisinde bulunarak değerlendirebiliriz. Aslında ortak gayemiz ve noktamız; hepimiz bir şeyler aramak ve onu bulmak için yola çıktığımızla kesişir. Tüm detayların birleştiği en önemli noktada budur. Kimileri kendinden kaçar, kimileri başkalarının peşinde koşar. Kimileri de kendi hayatını yaşar veya yaşadığını sanmakla yetinir. Zaman aslında şu iki sorunun ta kendisidir?
Nerede ve Nasıl?
Zaman: Kendisi için bu iki soruyu sorar: Beni nerede, nasıl ve ne için harcadın. Aslında güçlünün parasında ve güçlünün rüyası yazında bu iki ortak noktayı birleştirdim ve şu sonuca vardım. Sizler para alışverişi yaparken sadece paranızı değil, duygularınızı da harcıyorsunuz.
Aslında burada bir alışveriş söz konusu. Her alışveriş aslında paylaşmanın da ta kendisi oluyor. Paylaşımlarında zaman içerisinde zamanın kendisine ait soruları olduğu gibi kendi soruları vardır. Ve buna kendisi tabidir. Karşılıklı mı karşılıksız mı? Aslında bu inanç değerlerinin bütünlüğünü ortaya koymaktadır. Hani bir söz var ya: Denize at unut gitsin. Mühim olanı da budur…
Hayatta yaşamı kendi alanı içerisinde değerli kılan en önemli şey paylaşmaktır. Paylaşmakta kendi içerisinde zamansal değerleri doğurur. Buna bir ad tamamlaması yapacak olursak da bunun adı da ”vermek” olur. Paylaşmak ve Vermek var olabilmenin en önemli sebepleri arasında yer alır bence. Çünkü paylaşmak sevgiyi de doğurur. Paylaşmak iyilikleri de doğurur. İyilikler paylaşımları da çoğaltır. Aslında bunlar birer silsile serisidir. Paylaşmak insan duygularını onarır. Paylaşmak ile başlayan her şey başına iyilik ve güzellik getirir. Tabi tüm bunların niyetinde sevgi temeli barınmalıdır. Karşılığını insanlardan değil, sana zamanı veren ve seni var edebilen güce sahip; Allah’ü Tealadan beklemelidir…
Paylaşmak ve Vermek
Kimileri için çok zor bir davranış aynı zamanda tutumdur. Kimisinin eli gitmez, kimisinin eli titrer. Kimisinin beyninde için içini kemirir. Kimisinde takıntı haline getirilir. Paylaşmak uzaktan bakıldığında karşılığını almadığınız bir değer olarak görülür. Aslında böyle değildir. Bu; Sizin kendine ait iç kısımda kötü duygulara denk gelen hislerin biriktirdiği bencilce duygulardır. Bencillik; hep karşılığı olan bir şey için değer biçer. Bu yüzdendir ki paylaşmak ve vermek bencilliği bitirir. Eğer ki ”bencillik” veya ”benlik” duygusu vücut içerisinde (kalben) fazla ise; Başta belirttiğim gibi insanın eli titrer.
Bunu vücudumuzun kan değerleri betimlemesi yaparak anlatabilirim: Kanda ağır metaller çok ise hastalıklar başlar. Eğer ki ağır metaller şelatlama yapılmaz yani atılmaz ise kronik rahatsızlıklar başlar. Duygularımız içinde aynı şey geçerlidir. Bizi biz yapan var eden oluşumlar içerisinde vermek ve paylaşmak büyük önem arz eder. Yani ruhumuzdan bencilliği atmaksak ileride çok daha psikoz durumlarla karşılaşabiliriz.
Yokluğun Habercisi
Paylaşımcı olmak, vermeyi bilmek, yardımsever olmak, iyiliği düşünmek, iyi biri olmaya çalışmak aslında mutluluğa giden yolunda anahtarlarını verir. Her duygu ve durumun farklı anahtar ve kapısı vardır. Hiç bir şeyin bizlere ait olmadığını bilmek, bunun bilincinde olarak yaşamak, paylaşımcı olmanın önünü açar. Yani burada büyük bir savaş söz konusu dersek öyleyse ise nefsimizin isteklerine de savaş açabilmeliyiz. Çünkü nefse hoş gelen her şey kötüdür. Nefs kötülüklerle beslenir. İnsan kendi yokluğunun habercisi olursa nefsine savaş açacağı bir çok alana sahip demektir.