Otelin İçindeki Adam Penceresinden Sokakta Kalan Evsiz Adama Bakarken…

Otelin İçindeki Adam Penceresinden Sokakta Kalan Evsiz Adama Bakarken…

Ekim 1, 2023 Kapalı Yazar: Gürkan Duman

Otelin İçindeki Adam Penceresinden Sokakta Kalan Evsiz Adama Bakarken…

Kaybettiğimiz. değer verdiğimiz bir şeyi bulduğumuzda onun bize verdiği mutluluk / sevinç paha biçilmez anları yaşatıyoruz bize. Oysa her gün kaybettiğimiz önemli bir şey daha var. ”Zaman”. Evet zaman geçiyor ve en büyük kayıplarımız arasında. Yokluğun habercisi var olabilmek yazımda da buna değindim. Zaman bize iki şeyi sorduğunda ki bunlar: ‘‘Nerede” ve ”Nasıl” bizim ona vereceğimiz cevap da belli bir sürecin gereci olacaktır. Çünkü ortada çok büyük bir değer kaybı söz konusu. Hepimiz harcıyoruz oysa. Sadece paramızı mı? Hayır! duygularımızı da. Önceki yazılarımın da ortak noktasıdır duygular, zaman ve mekan denklemi… Ortak noktamızın bizi birleştiği bu yolda rast gelebilmek, denk olabilmek, netlikleri doğurabilmek, nitelikli olabilmek de bu sürecin bir parçası. Gereçler sürecin gelişimi için aynı zamanda var olabilmesi için küçük detaylarla doludur. Mutluluk dediğimiz şeyin ana teması küçük parçalardır. (Bence) Çünkü ne kadar çok parçalara bölebilirsek mutluluktan o kadar pay edinebiliriz. İsteklerimiz ihtiyaçlarımızdan daha fazlasını hak edermiş gibi yaşıyoruz. Yaşam şartları, yaşam standartları, yaşam biçimimiz hep başkalarının hayranlık duyduğu şeylerle dolu. Işıkları kapattığınızda tüm nesneler kaybolacaktır oysa… Her geçen gün daha fazla özlüyoruz.

Her geçen gün daha fazla özlüyoruz.

Hepimizin ortak yaşam standartları şu noktada aynı olabilmek zorunda.  Mutlu olmaya ihtiyacımız var. Hepimiz bir yola çıktığımızda ana tema her zaman mutluluğun çerçevesidir. Burada iki kritik detay var. Sürekli kendi hayatımızı başkalarının yaşam standartları içerisinde değerlendirdiğimiz için, kendimizi kaybettiğimiz zamanla buna harcadığımız zaman dilimi aynı değil. Çoğumuz başkalarının hayatı için çaba sarf ediyoruz. Kendimizi unutmakta kaybetmenin bir adımı olarak nitelendirebilir böyle bir durum da. Bu sefer mutluluk kavramının çemberi dışına çıkıyoruz. Amaçlarımız için değil araçlarımız için mutlu olmayı tercih ediyoruz. Bu da yapay ve sahte mutluluklar ortaya çıkarıyoruz. ”Yine Yokluğun Habercisi Var Olabilmek” yazımdaki ilk satır şöyle başlıyor: Uyandığımız o ilk vakit gerçek kimliğimizin ön yüzü. Çünkü insan uyandığı ilk o vakit kendisi gibidir. Bir nevi kendimizle yüzleşiyor oluyoruz. Ya pişmanlıkla uyanır, ya hüzünle, ya mutlulukla ya da acıyla. Tüm bu duyguların ortaya çıkardığı bir ruh hali var. O’da gerçeklik ifadesidir. Daha kıyafetlerinizi giymeden, rol yapamadığınız o ilk vakitler…  Aslında sabah ilk uyandığınız an belki bir kaç dakika belki bir kaç saniye belki bir kaç saat… Kendinsinizdir.  Uyku aslında insanın kendisiyle yüzleşen uyanma şeklidir. Burada kritik iki detay var demiştim o iki detay şöyle: Başkalarının mutluluğu ile mutlu olmak. Başkalarının mutsuzluğu ile mutlu olmak…

Başkalarının mutsuzluğu ile mutlu olmak…

İşte kendimiz olmadığımız her vakit bizlere yapay tatlandırıcılar gibi sahte duyguları da empoze etmektedir. Burada kaybettiğimiz zaman parametreleri çok önemlidir. Sadece bu zaman diliminde kaybettiğimiz duygularımız; su gibi, seller gibi akıp gidiyor, götürüyor hayatımızdan. Bir felakete sürükleniyoruz adeta… Dengimiz de değişiyor renklerimizde. Bu şartlar bize sanki bir yarıştaymışız gibi zemin hazırlıyor. Algılarımız, gördüklerimizle şekilleniyor. Başkalaşarak renk ve şekil değiştiriyoruz. Ama tüm bunlar ne kadar zirvede olursa olsun gözlerimizi açtığımız o ilk vakit bizi kendi gerçekliğimizden alı koyacak güçte değil. Hala o ilk kalktığımızda zayıf ve güçsüz olan halimiz sonradan şekilleniyor ve toparlanıyor. Aslında sabahın o ilk vakitleri yenileniyoruz. Zaman var olabildiğimiz sürece bize yeni şartlar sunuyor. Bu şartları yarış haline getiren algılarımız ve duygularımız ise bize yeniden yön vermek istiyoruz. Sanki yarıştaymışız gibi birbirimizden daha üstün olmaya çalışıyoruz. Kombinler, kıyafetler, makyajlar vesaire bu endüstriye yetiştirmeye çalışıyor bizi. Cebimizdekilerle birlikte kalbimizdekiler de gidiyor. Ama hala sabahın o vakitleri fırsatımız var kurtulmak için.

Neden başkalarının mutsuzluğu ile mutlu oluyorum?

Bencil bir ifade. Kurtulmuş olan kurtulmak isteyene mesafeli baktığında buradan fesatlık doğuyor maalesef. Zorluklarla mücadele ederek kazandığını başkasına kaptırmak istemezsin telaşı paylaşmanın kapısını kapatıyor. Oysa paylaşmak dediğimiz duygu karşılıksız verildiğinde onu değer biçimine çevirir. Paylaşmak aynı zamanda paylaşılanı unutma gücüdür. Şimdi bu duygunun nasıl bencilleşerek evrimleştiğini ve kötü duyguya dönüştüğünü görelim.

Örnek:

Otobüse ilk binen kişi sizseniz sonradan kalabalıklaştığını gördüğünüzde kendinizdeki değişim olarak fark ettiğiniz ilk his ”Kurtulmuşluk” hissi. Çünkü siz atlattınız. Çünkü sizin için problem yok. Asıl problem bundan sonraki binecek olanlar için. İşte burada duygularınızı zamanın içindeki mutlak değerlerle değiştirmek çok önemli. Duygularımızı harcarken nelerle yer değiştirdiğine bakalım. Kurtulmuşluk hissi aslında başkaları için oluşan zorluk hissidir. Çünkü senin kurtulmanın sağlayan duygu, başkalarının kurtulmak için verdiği mücadeleden doğan anı oluşturur. Burada senin alacağın tavır çok önemli olacaktır. Buradaki tavır senin rengini, durumunu ve karakterini de ön plana çıkaracaktır. Bu noktada başkaları için yardımcı olamama duygusu, başkalarına alan açma dürtüsü, başkalarına yer verme davranışı, fedakarlık yapma gibi durumlar için zeminin ne yönde genişleyeceğini veya daralacağını da belirleyecektir. Bu tuzağa genelde herkes düşer. Buradaki sivri tavrımız ”kurtulmuşluk” hissinden doğan ”bencillik” kavramıdır. İşte buradaki ihmal edilmiş paylaşımsızlık mutsuzlukların da ilk ateşleyicisi oluyor. Ve belli bir noktadan sonra insanların mutsuzluğu aslında senin mutsuzluğun oluyor. Ki bu artık öyle bir hal almış ki bundan mutlu olma noktasına gelinmiş. Ne acı! oysa insanı yavaşça zehirleyen yapaylıktır…

Başkalarının mutluluğu ile mutlu olmak…

Bir tebessüm her şeye yeter… Buji gibi düşünün araçlarda ilk ateşlemeyi o yapar. Kendisi küçük fakat görevi çok büyüktür. Aslında hayatı maddelere entregre ettiğimizde; nasıl ki her parçanın bir görevi var ise, insan hayatının ve duygularının da her davranış da yeri vardır. Mutluluk denilen kavramı yukarıdaki satırlarımda parçalara bölmüştüm. Parçalara bölmekten kastım aslında onları fazlalaştırmak. Emilim haline getirmek. Sindirebilmek… Çünkü yapay mutluluklar bugün içine büründüğümüz bir çok şeyin yokluk hali. Var ama yok. Bugün en fazla gülen ve kahkaha atan kişilerin de durumu gerçekten içler acısı olabiliyor. Paylaşmak yine bu noktada devreye giriyor. İnsanların öne çıkan özellikleri arasına bakıyorsun. ”paylaşmak” yok. Bunu en acı örnek olarak şöyle verebilirim: Otelin karşı caddesinde evsiz sokakta yatan insanlar var. Soruyorum? bunu otelin penceresinden karşıyı gören bir insan adına soruyorum? Nasıl rahat yatıyorsun? Nasıl zehirlisin ki böyle bir durumun içerisinde yer alıyorsun. Pencereyi açtığında, perdeyi çektiğinde karşındaki manzara içler acısı değil mi? İşte en büyük eksikliğini yaşadığımız şey paylaşmak. İnsanın duyguları paylaşımlar içinde tamir olur. Yardımlaşma ile onarılır. Gerçek mutlulukların doğma sebepleri de budur. İnsan insana her zaman yardımcı olmalıdır. İnsanlar şerefli ve üstün yaratılmış varlıklardır. Daha birbirimiz için kilit noktadayken birbirimize yardımcı olamazken mutluluk dediğimiz kavramın hangi dişlisi veya parçası olabiliriz ki? Sonuçta başta paylaştığım satırda olduğu gibi hepimiz mutluluk dediğimiz şey için yola çıkmadık mı? Hepimiz onu aramıyor muyuz? aynı yolda değil miyiz? oysa anahtar kelime bu kadar basit: Başkalarının mutluluğu ile mutlu olmak…

Otelin İçindeki Adam Penceresinden Sokakta Kalan Evsiz Adama Bakarken…

Duygularımızın bizi getirdiği nokta da uyanmak için şansımız var mı? Varsa ne kadar… Başımıza pek bir iş de gelmeden akıbetimiz nedir bilemeyiz. Duygularımızı paraya çevirsek zaman karşısında bedeli ne olur? Buna da harcadığımız zaman karar verir. Çünkü geçmiş aslında bitmiş bir yolculuğun tükettiği zaman dilimidir. Akıbet kısmı işte bu noktada devreye giriyor. Kimin ileride ne olacağı belli değilken, rotasız bir yolculuk içerisinde kendi mücadelemizi nefshani hizmetlere açmış, belaları üstümüze çekmek istermişçesine gidiyoruz. Bir de buna yolculuk diyoruz. Peki; söyler misin? Akıbetimiz ne olacak?

Otelin İçindeki Adam

Bugün ”dünün” insanları ne durumda? araştırma yaptığınız da aslında o kritik ve küçük şeylerin ne kadar değerli ve önemli olduğu noktasındaki sınavından gelmişsiniz demektir. Orada görüp de müdahale etmediğiniz her durum nesnelere dönüşmüş, zamana dönüştürülmüş, mekanlara çevrilmiş ve karşınıza çıkmış. Bugün hangi durumda olduğunun bir önemi var mı? Varsa geçmişe bak. Orada mutlaka büyük bir aksilikler var. İçinde bulunduğun bozuk hayatın parçalarıyla asla bütünleşemez, toparlanmaz, nitekim böyle giderse de her gün seni boğan günün içerisinde doğan güneş olursun. Kimine perde çektirir, kimine perde açtırır belli olur mu? Belki de o gün kapısını açmadığın bir insan, yarın senin güneşe karşı çektiğin perdenin kornişi olur. Paylaşmak çok önemli. İleride karşına nelerin çıkacağını hiç bilemezsin. Hiç bilmediğin bir hayatı bu denli riskli yaşamak ne kadar güç? Hele ki bu güçsüzlükte… Bir de başkalarının hayatlarından yola çıkarak destek alma dürtüsü yok mu? Bir de demezler mi? öyle bir şey olsa onun başına gelirdi diye. Bir de benimsemezler mi onun şöyle de bir hayatı var bırak git ya… Otelin içindeki adam içinde aynı şey geçerliydi. Karşısında evsiz yatan biri vardı, kendisi boğuldu.

Aldanmak boğulmak gibidir…

Yazan: Gürkan Duman