İyilik Barındıran Ortamlar
İyilik Barındıran Ortamlar
İyiliğin olduğu her ortam; sıcak bir yüz, tebessüm, incelik, sadelik, tevazu barındırır. Bunların besini sıcak gönüldür. Hoş gönüldür ve de hoş görülüktür. Bu tür ortamların enerjisi her daim yüksektir. Soğuk kalpleri ısıtır, sıcak kalpleri kendi ayarına getirir. Kimisi bunu bir dükkanın içinde çay davetinde, kimilerinin ”Buyur etmez misin?” sözünde, kimilerinin ise ”aç mısın yemek söyleyiver Ahmet’e” cümlesinde buluruz. Bu güzelliğin bana delilini söyle deseler onu şu şekilde açıklardım: Falanca dükkanın içine bana ikram edilen çayın lezzetini hiç bir yerde bulamıyorum. Üstüne kaç çaydanlık değiştirdim yetmedi kaç çay değiştirdim, yetmedi tabağından bardağına kadar en ince ayrıntısına kadar işi de biraz da inada bindirerek o lezzet arayışına girdiysem de olmadı. Bu lezzeti hiç bir yerde bulamadım. Yok yok lezzeti ne bir bardak, ne bir çaydanlık ne de diğer çay markalarında bulabildim. Oysa başta davet üzerine gittiğimiz yerde ‘‘Buyur etmez misin” sözüne misafir olan kişilerce; bizde sizden bahsediyorduk denilmesine karşılık; davetkar bir misafir olarak aynı duyguları yaşıyor, aynı misafirlikler içerisinde bulunuyor, muhabbetin bir dem daha ilerisine giderek ortak yönler arıyorduk. Falancayı tanır mısın? Filancayı bilir misin diye sorular sorarak yakınlaşma temelini kurmak istiyorduk. Bardağın sıcak kısmı, kenara koyulan kaşığın sesi, tabağın nemli kısmı hiç bir şekilde fark edilmeksizin ortamın aynası oluveriyordu. Hiç kimse farkında değildi ama herkes kendilerine ikram edilen çayın lezzetini almaya devam ediyordu. Farkında değillerdi. O kadar tebessüm anlatıları olan sohbetin ortasında ortaya farkındalık uğruna üçüncü bir kişi olarak deney yapacak olsaydım onu şu şekilde açıklamak isterdim; Herkesin birbiri ile iletişim olduğu haldeyken masanın üzerinden elime sıradan bir kurşun kalem alıp konuşmaların ortasında kurşun kalemi elden ele dolaştırmak isterdim. Anlatıları cümle aralarının bitmesine denk getirip, bağlaç olarak tekrar başlamasıyla birlikte arada kalmış küçük heyecanının içinde kalemi elden ele gezdirebilmenin mutluluğunu yaşardım.
Davetkar Misafirler
Davetkar misafirler çaylarını yudumlarken kimisi oturarak, kimisi ayak üstü sohbetine devam eder bir vaziyette ayakta duranlar için kendilerine uzatılmış tabureye karşılık da: ”Yok ben böyle iyiyim” diyebilecek kadar kendine sessiz bir el işareti tanımlamış, yok yok ben böyle iyiyim mesajını mimikler ile doğrularak vermişti sohbet edenlerden biri. İletişim adına anlık olarak sağlanmış bu ve benzer davranışların karşılığında hiç bir kötülüğün barındırmadığını söylemek mümkün. İşte tam da bu sohbet arasında konuşulan bu konu her neyse o kişilerin pür neşeleri arasında kurşun veya tükenmez bir kalemi elden ele dolaştırabilmenin masumluğunu da yaşayabilirsiniz. Bunun adına dalgınlık mı dersiniz? Sohbetin koyuluğu mı dersiniz? Yoksa pür dikkat odaklanma mı dersiniz? Tabi bu sorular sohbetin kalitesi, içeriği ve tebessüm seviyesi ile harmanlanmış ölçüşen bir haldir. O noktada üçüncü kişi olmak her şeyin farkındalık ayrıcalığını verir. Hem sohbetin içindesiniz. Hem de sohbetin dışında. İkinci çay turuna geçmeden çay isteği sorulmaksızın içeride duran şahısları bir kaç cümle daha fazla tutabilmek adına çaylar tazelenmiş olur.
Misafir Olunan Dükkan
Dükkanın sıcaklığı bedenlerden daha soğuktur. Bedenlerin sıcaklığı dükkanın sıcaklığından daha üstün bir hal almıştır. Tüm bunların derecesini bağlayan ise arzuların kalmak ve gitmek arasındaki kararsızlığın bağlanması ile sınırlanmıştır. Yani şartlı koşullanma vardır. Kimisi dış ortamın soğukluğu bilinciyle paltosunu çıkarmamış; ”Zaten fazla durmayacağım gideceğim” emir kipiyle kendini şartlamış, üstünü çıkarmamış. Kimisi üzerine doğru gelen misafirperver anlayışına karşılık gelen isteğe olumsuz yanıt vermemiş, paltosunu dükkan çırağına vermek zorunda kalmış, paltosunu astırmıştır. Anlatılanlar üzerine anlaşıldığı gibi dışarıdaki soğuk pasajlar arasında dükkanlardan içeriye sızan, içeride dolaştıkça yükünü azaltıp yerini seyreltilmiş nemliliğe bırakan bir yel haline gelmiş. Bazı rüzgarlar sohbetlerin içerisindeki cereyan olmuş. Kapı çarpıntıları, pencere titremeleri kimi zaman da sohbetleri bölmüş, seyrini değiştirmeyi başarmıştır. ”Oğlum şu kapıyı kapat, arkasına takoz koy”. Nerde kalmıştık diye de yeniden başlama isteği doğurmuştur. Kimi zaman bu duruma çaya atılan şekerden sonra da şahitlik ediyoruz. Kaşığın karıştırıcı özelliğinden öte herkesin bu sese alışkanlık kazanması, bağışıklık kazanması gibi bir kalıp oluşturmuş, alışa gelinmiş bir tavra dönüşmüştü. Ses anlamında… Ama rüzgarlar öyle değil! Daha sert bir biçim sergileyerek daha ince vuruşlar yaparak titreşim güçlerini insanlara uyarı verecek kadar güçlü hale getirmiş, iletişim tonuna geçme haliyle birlikte müdahale etme olasılıklarını ortaya koymuştur. Buna rüzgarların yaptırım gücü diyebiliriz. Oradaki ses tonunun eyleme dönüşmesiyle birlikte camlar, pencereler, kapılar kapatılarak, takozla birlikte önlenebilir hale getirilmiştir.
Rüzgarların Yaptırım Gücü
Rüzgarın yaptırım gücü orada olması gerekliliği mi? Olmaması gerekliliği mi konusunda soru işareti olmuştur? Çünkü orada konuşulan konu her neyse gereksiz bir düşünce üzerine kurulmuş ise titreşimler çağrışımların anahtarını da yanında tutuyordur demektir. Söylenmiş iyi kelimeler güzel cümlelerin anahtarı. Söylenecek kötü sözler de kötü cümlelerin kilidi oluveriyordu. Yani anahtar bir nevi hem kilidi açmak, hem de kilidi kapatmak için kullanılabiliyordu. Titreşimler kimi zaman bizim ona müdahale edebileceğimiz şekilde tasarlanmıştır. Algılayabileceğimiz aralıklarla da şekillenmişti. Takozu koyduk, kapıyı kapattık ve ses kesildi. Demek değildir. Titreşimler aynı zamanda mesajların iletiminde sorumludur. Dükkan dükkan gezen rüzgarların kapıyı açma – kapatma yetkisine sahip bir gücü içinde barındırıyor olması, buradaki görevi sorgulayıcı üstünlüğünü şüpheci haline getiremez mi? elbette diğer insanlar gibi de davetkar olma hakkı tanınıyordu kendisine. Camları ve kapıları açık bırakıyor olmak. Ya da unutmuş olmak? Fakat bu rüzgarların diğer nesnel durumlardan farkı müdahale edilebilme yetkisine sahip olmasaydı. Oğlum şu kapıyı kapat! Durdurabiliyordu, engelleyebiliyordu, kesebiliyordu… Peki ya bu bir mesajsa? Düşünsenize telefonunuz çalıyor. Kimin aradığını bilmiyorsunuz. Numara yabancı, bilinmiyor. Telefonu açmak veya açmamakta bir tercihtir. Fakat telefona cevap verebilmenin de ötesinde yatan bir gerçek varsa? bu gerçek bir ihtiyaç haline dönüşmüşse? bu ihtiyaç bir uyarıcı haline geldiyse?
Uyarıcılar
Ya kötü haberse? Evet gelen çağrılarda bilinmeksizin bir ileti taşır. Sadece telefonun çalması yetmez, bilinmeyen bir kişi tarafından aranıyor olması da tesadüfe bağlanamaz. Rüzgarlarda pencerelere, kapılara vuran bir çağrı gibidir. Oradaki mesajı almak isteyen kişilerin emelinde öncelikle onu durdurmak yoktur. Temelinde onu dinlemek, şüpheciliğinde ise onun nereden geldiğini bilmek vardır. İki sebep var. Cereyana mahal veren bir kapının yanlışlıkla açık bırakılması. Buna bağlı olarak diğer kapılar arasından sızarak pencerelere, camlara vurarak ses yapması. Diğer seçenek ise; bulunduğu ortamda gereksiz yere konuşulanlara karşılık dur esi vermesi. Çoğu kez bu rüzgarlar aynı zamanda cümleleri makas gibi kesmeyi başarabilmiş, kendi varlığını hatırlatabilmekle kalmayıp cümlelerin arasına nüfus ederek deyim yerindeyse sızma özelliğini kullanarak bölmeyi başarabilmiştir. ”E- e o zaman hadi bizde dağılalım.” Baksana rüzgarlar atmaya başladı, pencereye sert sert vuruyor. Hava da birazdan bozar, yağmura da yakalanıp hasta olmadan yavaş yavaş kaçalım. İşte bu cümlede hem rüzgarın hem kesicilik, hem de bölücülük rolü üstünlük sağlar. Her ortamın içinde bulunduğu ekosistem çok farklıdır. Kimi yerlerde rüzgarlar aktif mesaj yaptırım rolü üstleniyorken kimi yerlerde güneş, kimi yerlerde ise bir telefon çağrısı durumun haberciliğini yapabiliyor. Buna çağrışım demek mümkün!
Çağırışımlar
Fakat buradan anlaşılıyor olmalı ki her çağrışımın bir mesaj tonu vardır. Nesneler değişir görev aynıdır. Acaba orada ne konuşuldu ki yansıması böyle oldu. Sadece dükkanlarda, yazı hanelerde, malik hanelerde iyi şeyler mi konuşulur? Gereksiz konuşmaların içerisinde yer alan cümlelerin içerisinde binlerce uyarıcı vardır. Yüzbinlerce alarm vardır. On binlerce saat vardır. Kimi saatlerin pili bitmiş ki bunun karşılığı kalplerin pas tuttuğu an ile özdeşmiştir. Kimilerin alarmları bir daha kurulmamak üzere kurulmuştur. Kimi alarmlar ise bir kaç dakika güzel uyku adına kafasına vurularak susturulmuş. Verilmiş sözlere geç kalmak için susmuş ve bir daha hiç çalmamış. Kimileri paslanmış mekanizması bozulmuş. Tamire götürmek hak getire varlığı bile rahatsızlık hissiyatı sağlamış. Oysa bunlar ne güzel uyarıcıydı. Ne güzel durdurucuydu bir rüzgar gibi, bir yağmur gibi, bir magma gibi. Uyarılar her kalıpta şekil değiştirir. Mühim olan davet olunan yerde hangi amaçla çağrıldığımızdır. (Güçlünün ifadesi)’nde bunu yazdım.
Temiz Kalpler
Ez cümle kalplerimizi paslardan kirlerden arındırmalı, iyi bir insan olma yolunda kendimizi sürekli yontmalıyız. Davet edilen tüm yerlerde mutlak bir çağrışım vardır. Bu kimi zamanda uyarıcı rolde, kimi zaman da tevazu rolündedir. İyiyi konuşursak iyilikleri çoğaltabiliriz. Fakat kötülüklerin konuşulduğu yerlerden ve ortamlardan uzaklaşmak gerekir. Uzaklaşmak isek onları elbise gibi yanımızda taşır, bir parfümün çekiciliğini başka bir yerden bir yere götürmek içinde aracı olarak kullanırız. Kötülükler cezbedici özellikler barındırır. Çekimserlik yanını daha istikrarlı kullanmak adına kulağa hoş gelen duyguları anımsatırlar. Oysa kötülüklerde rol değiştirir. Samimiyet duygusundan yokluk döngüsüne köprü kurmuş bu gönül, davetkarların
her daim gereksiz konuşmaların da önüne geçebilmek için; dükkanlarda, misafirhaneler de iyiliği konuşabilmenin önünü açmalıdır. Kötülükler parfüm gibi kokmaz. Kötü görünümlü bir elbiseye çok güzel bir parfüm sıkın. Güzellik algınız gördüklerinize göre mi? Koku hassasiyetinize göre mi değişecektir? İyi olanın kalıpları güzel ahlak üzerine kuruludur. Güzel ahlakın olduğu yerlerde davetkar olmak iyiliğin konuşmanın da önünü açacaktır. Güzel ahlaklı olmak güzelliğin başıdır. Güzel olan iyi kokar. Bazı kokular vardır ki uçucu, kaçıcı değildir. Gönülden gönle kokar. Zira bunun taşıyıcılığını ise güzel ahlak, kalp, vicdan yapar. Bunların esansı budur.
İyilik Barındıran Ortamlar
Bu yazımda ”İyilik Barındıran Ortamlar” içeriğini -okudunuz. Davet olduğunuz her duvarın, resimlerin, kapının, pencerenin sizden sonra misafir karşılayacağını da unutmayın. İyiyi konuşun, güzeli paylaşın. Her şeyden önce Güzel ahlaklı bir insan olun. Güzel ahlakın kokusu gönülden gönle yayılır. Davet edilen yerlerde daima iyiyi konuşalım. İyiliklerde bulaşır.
Düzenli olarak yazmaya özen gösteriyorum. Yazmakta üretkenliktir. Kaleminde duyguları vardır ve ona ait sayfalarında... gurkan@solargezi.com adresinden bana ulaşabilirsiniz...