Daha fazlasını istemek | Mutlu olmak
Daha fazlasını istemek
Hepimiz benzer bir amaç uğruna yaşam sergilemeye çalışıyoruz. Kimimiz farkında olmasa da tek bir amacımız var mutlu olmak. İnsan tüm değerlerini buna göre endeskler. Gün içerisinde ne kadar gülmüş olursak olalım o kadar mutluluğumuza saymış oluruz. Yaşadıklarımız üzüntü veya keder. Bizden her ne alıyorsa onları da mutsuzluklarımıza sayarız. Buradaki amaç hepimizin tek bir celse de mutlu olma isteği değil mi? Hepimizin aramaya inandığı gerçekte bu değil mi? Hiç birimizin yolda nelerle karşılaşacağı belli değil. Biz bir plan yaparız. Plan yaptıktan sonra da o planın bir parçası oluruz. Çoğumuz her ne kadar planları gerçekleştirse de bunların gerçek olma olasılıkları bütünün bir parçasıdır. Burada devreye mutlak gerçekler giriyor. Herkesin sahip olduğu gerçekler de farklıdır. Ama hepimizin çıktığı bu yolda mutluluğun parçalarını ararız. Yani çoğumuz genellikle tek bir hedef için yoldayız. Mutlu olmak ve gülmek. Neden basit bir şeye sahip olmak için çok ağır bedeller ödeyeceğimiz planlar yapıyoruz ki? Bir çok yazımızın ortak noktasıdır sahte mutluluklar. Çünkü gerçeğine hiç alışkın değiliz ve her geçen gün gerçeklerden uzaklaşıyoruz. Yapay tatlandırıcıların bünyemizde oluşturduğu bir bağlılık gibi o doğrultuda ilerliyoruz. Gerçeklerle karşılaşmıyor bilakis gerçeklerden uzaklaşıyoruz. Mutluluk denen kavram değişimlere dönüşüyor yani artık bakış açılarına göre mutluluk diye bir kavram ortaya çıkıyor. Kime ve neye göre sorularının cevabı da açığa çıkıyor. Yani kendin olmamak gibi kendin için gülmemek. Önce başkasını mutlu etmek, sonra onu mutlu edebiliyorsan (ki başarabilirsen) onun mutluluğu ile mutlu olma heyecanını yaşayabilmek. Oysa insan başkasının yüzünde, başkasının hislerinde, başkalarının duygu ve düşüncelerinde kendisini görmeli. İnsan karşısındakinin karşısında kendi yansımasını görmek ister. Ama istekleri düşüncelerine karşı bağımsız bir ihtilafa düşerse oradan farklı bir çıkar ayrımı yapmak gerekir. İsteğine ulaşana kadar istediklerinin kölesi. Ulaştıktan sonra isteklerinin öylesi…
Daha fazlasını istemek
Öylesine tutarsız ve umarsızca bir düşünce yapısına sahibiz ki bu doğrultuda. Hep daha fazlasını istemeyi benimsemişizdir. Tutarsızlıklarımızı bir kenara koyalım. En tehlikelisi başkalaşıyoruz. Her gün bir başka bir beden giymek, beden aramak ve değişen bir ruh haline sahip olmak. Değişimin verdiği gücün elimizden kaymasına, akıp gitmesine sebep oluyoruz. Tek suçlu biz miyiz? Belki evet belki hayır. Ama isteklerimiz, hayallerimiz hep başkalarının elinde şekilleniyor. Başkalarının bizi taktir etmek istediği gibi bir olmak için savaşıyoruz. Bu savaş sadece bedensel değil, bütünsel bir ruh haline de kaçıyoruz. Mental durumumuz hep mental hırslarımızın tarafında yer alıyor. Yoruluyoruz ama tatlı mı acı mı belli değil? Çünkü sahip uyandığında o ilk vakit siz kendinizsinizdir. Sonradan her şey şekilleniyor, başkalaşıyor, dönüşüyor ve değişime uğruyor. Bunu paylaşmanın üstü vermek yazımda paylaştım hatta ilk paragrafı da böyle başlıyordu: Sabah uyandığınız ilk vakit sizsiniz…
Daha fazlasını istemek
Daha fazlasını istemek aslında yapay mutlulukların, sahte yalanların, gerçek mutsuzlukların da önünü açıyor. Çünkü kolaya ulaşmakta zorluk yoktur aksine basitlik vardır. Yorulmadan kas yapmanız mümkün değildir. Misal vücut geliştirme de kas kütlenin artması gerekiyorsa ilk kural kas dokularını zorlamak, yırtmak ve hacim eklemektir. Kaslar yırtılır, zorlanır, kasılır sonrasında protein ile iyileştirme sürecine girilir ve hacim eklenir. Yani kas üstüne kas yapılır. Ama ilk kural; zorlamaktır. Hayatın temel esasında da bu yer alır. Hepimiz yola çıkarken mutluluğa ulaşma amacıyla devir alıyoruz. Kimileri ruh halinden feragat ediyor kimileri ise hayatından. Bir şeyler eksiliyor hep. Gelip geçici zaman içerisinde aynı şeylere denk gelmek istiyoruz. Ama herkesin mutlu olma parametreleri ve periyodları farklı. Kimileri bunlar için kendi halinde bir sistem kurmuş, bu çap doğrultusunda ilerliyor. Kimileri hayatın açığını bulmuş. Ama gerçek mutluluğa rast gelenlerin sayısı farkındalık seviyesi içerisinde çok az. Herkes mutlu olduğunu sanıyor, yanılıyor. Daha önceki yazlarımın temel esasındaki tema paylaşmaktır. Paylaşmanın ve dayanışmanın az olduğu yerde gerçek mutluluk ulaşılmazdır. Orada sahtecilik deyim yerindeyse teşhircilik vardır. Hep rol yaparak mı yaşlanıyor olacağız peki? Nerede bizim kendi benliğimiz ve kimliğimiz? Karakter meselesi. Kimileri vardır ki taviz vermeyeceği tek şeydir. Karakter meselesidir. Yok abi ben karakterimden taviz vermem deyip bir çok yanlışın köşesinden döner. Orada yapılmaması gerekilen şeyler vardır. Beni buraya niye çağırdınız? sorusuna gelen oradan kendi benliği ve karakteriyle dönen bir çok insan vardır.
Daha fazlasını istemek
Daha fazlasını istemek mi? daha azıyla mı mutlu olmak. Bence bu bir topluluk sorusu olmalı, ortam meselesi haline gelmeli. Bu sorunun cevabını en iyi yalnızlar bilir. Çünkü bir yalnızlık meselesidir. Yalnız insanların farkındalık seviyesi yüksektir. Eksik insanlar müthiş insanlardır. Eksik insanlar çok zekidir. Nedir eksiklik? aslında görecelidir neye göre kendini eksik hissediyorsa o noktada kendini tamamlayacak şeylerin çıkış noktasını ararsın. Ama insan oğlu hep eksik ve noksandır. Hayallerimiz gerçeklerle örtüştüğünde orada bir set tabakasını meydana gelir. Mühim olan da o tabakayı geçebilmek. O bulutları aşabilmek. Gerisi hayaller alemi. Gerçekleri hayallerle değiştirebilecek bir güç; ancak azınlığı kendisinde bulanlar içinde gerçekleşir. Yani hep azı aramak çoğu bulmaktan daha zor. Azın içinde gerçeğe ulaşmak toprakta elmas aramaktan da daha zor. Neden kolayına kaçarak mutlu olduğumuz bir gerçekle kendimizi avutuyoruz ki. Mutluyken zaman çok çabuk geçer. Ama hüzünlüysen, kalbin buruk ve buhran içindeyse zaman adeta durmuş gibidir. Maddiyatın verdiği güç asla zamanı satın alamaz. Ne zamanı durdurabilir ne önüne set çeker. Bilakis daha fazla yakar zamanı. Aynı v12 motorların olduğu yüksek beygirli araçların tükettiği çılgınlık gibi. Bir de içindeki düşün sen? Etrafındaki her şey hızlı geçiyor, dışarıdaki ağaçlar camlara hızlıca vuruyor, nesneler hızlıca bitiyor. Daha fazla hızlı, daha fazla zaman yakımı aynı zamanda yıkımı. Zamanı ancak hüznün verdiği buhranlıkla yavaşlatabiliriz. İşte zamanı değerli kılan da içindeki hüzündür. Hüznün içindeki duygulardır. Ne hissettiğindir. Seni sen yapan hissettiklerindir. Hüzünlü ve duygusal bir insan ne kadar zarar verici bir durumda olabilir ki? D uygusal bir insanın gözlerindeki nefret, kin, kibir, ego var mıdır böyle bir şey. Boynu eğik, yere bakmaktan sırtı kamburlaşmış bir insanın hayatla ne alıp veremediği olabilir. İşte zamanı terse çevirmek diye budur. Zenginin satın alamadığı, sana satılmaya bile değer görmeyen şeydir o. Çünkü insan gözleriyle bile nesneleri değersizleştirebilir. Ya da değerleştirebilir. O artık bir bakış açısı olmuştur. Kimine acı kimine mutluluk getirir. Fakat en güzel mutluluğun içinde paylaşmak vardır. Paylaşmak çok önemlidir. Çünkü içinde çokça mutluluk bulundurur.
Daha fazlasını istemek
Daha fazlasını isteyerek mutlu olacağımızı sanırız? Hayır- mutluluğu bulmak için çıktığımız bu yolda mutluluğu aramak dışında çok taviz vermiş ve kandırılmışızdır. Mutluluk dediğimiz şey hüznün ve acının ta kendisinde, kendimizi aramak ve bulmaktır. Bunu ortaya çıkarmaktaki en önemli etken paylaşmak olmalıdır. Mutluluk paylaşmakla açığa çıkar. Ki mutluluk Bir gün onu çaldırdığımızda yanlış kişiden şüphelenmek için doğru kişi olmamışızdır.
Yazan: Gürkan Duman