
Boşluğa Yaslanmak
Boşluğa Yaslanmak
İçimizdeki benlik duygusu; boşluğa yaslanmanın ağır bir bedeli olabilir. Çünkü boşluk görünmez bir diptir. Çoğumuz sanrılarımızla hareket ediyor olsak da hepimizin arkamızda saklı tuttuğu tuhaf ve bir o kadarda farklı bilinmezlikler vardır. Kimimiz hatırlamaktan, kimilerimiz söylemekten, kimilerimiz duymaktan imtina duyar, utanırız. Ne kadar güvenebiliriz ki boşluklara? Şöyle düşünün; gözlerinizi ufak bir bezle kapattılar ve size ince bir kaldırımın üzerinden yürümenizi söylediler. Tüm mesele denge mi? yoksa görmedikleriniz mi? Kimden yardım alırdınız? Hayal ve düşsel derinliklerden mi? Kendiniz mi? yoksa tam düşme hissiyatını yaşayacakken müdahale etme dur! daha düşmedim diyebilen iç sesinizin yardımı uzak tutan benliğinizden mi? Tahmin ediyorum ki gözlerimiz kapalıyken tüm kaldırımlar bize yüksek gelir. Başarıyı temellerin üzerinde tutan bu iç sesin; inatlaşma halinde dürtü babında ”Ben” yapacağım, ”ben” başarabilirim kalıbında ”ben” yaptım diyebilmenin faturasını o üç hecenin yan yana gelebilmesi mi ki bunun görünen ispatı? Yardım isteseydik çomak mı girecekti sanki? yardım isteme fırsatı verseydik aciz mi düşecektik kendimize karşı? Niye zaten özümüzde aciz değil miyiz? Noksan değil miyiz? Hepimizin çocukluğuna dair yaşanmışlıkları ve zayıflıkları hatta zayıf noktaları yok mudur? Hepimizin geçmişte ortak yanı şu değil mi? Ben bunun küçüklüğünü bilirim!
Boşluğa Yaslanmak
Şimdi bu denge üzerinde kaldığımız adımların hiç birinde kimselerin yardımı olmaması bizi başkalaştırmaktan öteye gidemez. Niçin? Çünkü bu bize bunları ben yaptım diyebilmenin fırsatını vermez. İki kişinin yapabilecekleri anca biz olur. Genellikle insanoğlu başarılarında yardım almak istemez. O sahneler, o mekanlar, o konuşmalar, o konferanslar genellikle hep tek kişilik olur. Hatta çoğunluğu genel yaşantısından hırslarını ortaya dökebilmek için işe kollarını sıvayarak gençliğinden başlar. Tüm bunlar içinde bulunduğumuz dünya içerisinde bir şeylerin kazanımlarını sağlayabilmek, sergileyebilmek ve bundan haz duymak içindir. Tercihlerimiz çoğu zaman bizi sessiz zehirler. Çünkü onlar bizlere yanlışlıklarımızı kabul ettirmeyecek kadar derinden zehirli olur.
Tamamıyla benliğimize hizmet etmişiz.
Birisine güvenmekle, kendimize inanmak arasında ufak bir detay var. O’da hırs. Hırslarımızı inancımızdan bağımsız bir temele dayandırıyorsak, tüm yaşantımızı ve inancımızı ve de yaşam gayemizi başarılarımıza iğneliyorsak; buradaki en büyük yanlışımız şu olacaktır. Tamamıyla benliğimize hizmet etmişiz. Çoğumuzun ortaya çıkardığı başarılar ”ben” yaptım diyebilmek için varlığını sürdürebilir. Bu üç kelimenin yan yana gelmesi kadar zehirli ve zarar veren bir şey yok. Evet! etraftakilere kıskançlık topları, gösteriş abideleri, başarı hikayeleri saçarsınız süslü almanaklarla; ”Tarihten bugüne” diyerekten; etkileyici renklendirilmiş ses tonlarıyla. Paralı bir seslendirme ekibi de tutar bu ekibiniz, arkasına da metin yazarlarının desteğini de alarak sağlam bir reklam ekibiyle. Neden? ”Ben yaptım” diyebilmek için… Oysa yaratılmışız ve yaratılmış olan her zaman noksandır. Biz yaptık. Bizler yaptık. İnsanlık için, inancımız için, faydalı olabilmek için, daha da önemlisi Allah’ın rızasını kazanmak için. Tüm bunların haricinde rızadan uzak olduğumuz her vakit, her an, her mesele bence boşluğa yaslanmak gibidir. Görmediğin ama inandığın, duymadığın ama hissettiğin, bilmediğin ama sezdiğin, Tüm bu basit bir duyguları zora çeken araçları benlik duygularımız için kullanmış olmamızdır. Yanlış tornavidayı kullanıyorsun evlat. O vidanın somunu yıldız, sen ise düz ile açmaya çalışıyorsun. Açarsın, açarsın ama belki tekrarı olmaz! Şimdi altından sandalyesi alınmış aciz bir insan düşünün. Geriye ne kalır? Hiçlik! Benlik aslında hiçliğin kareköküdür.