Biraz Sessizlik
Biraz Sessizlik
Çok fazla uzatmadan 2020 yıllarının başlarında diye başlamak istiyorum. Sanki 1900’lü yıllardan bahseder gibi bir giriş anatomisi bu. Belki de internet varlığını sürdürebildiği sürece, seneler sonra var olabilecek oluşumu destekleyecek şekilde kaygılarımı süsleyebileceğim bu korkularım; şaibeler içinde her daim şüpheciliğin mistik karakteristliğini ortaya koydu bende. Tarih bize her daim her dönem savaşların var olabildiğini veyahutta olabileceğini gösterdi. Geçen her süre zarfı içerisinde yaşantılar, yaşamlar bizlere devrin dönencesini de izlettirdi. Yani yaşadığımız her dönemin geçen süre zarfı içerisinde bilumum bir inişi bir de çıkışı vardı. Tıp ki artı ve eksinin var olabildiği gerçeklerin hayatın içinde ayna görevi üstlenmesi gibi. Nitekim yaşam aslında kalıntıların bir parçası olmaktan da öte iyinin ve kötünün varlığını sürdürebileceği bir sınav kağıdı bahşetti insanlığa. İnsanlığın bu zaman içerisindeki yaşam tarzları adeta geçmişte kalmış yaşantılardan ders alabilecek bir nitelikte değildi. Çünkü yönetmen her zaman tek olmayı amaçlamıştı. Gerçek planın sahipliğini bilmeden planın içindeki plan kurucusu olduğunu sanmaktan öte adım atabilmek için insanlığın merdiven olarak kullanılmasına gerek vardı. Çünkü insanlar şerefli varlıklar olarak yaratılmıştı ve şeytan bu düzeni çok iyi biliyordu. Çünkü şeytan geçmişi ve ona ait yaşantıları da çok iyi biliyordu. Bugüne bakıldığında mevcut düzenin tarihi olmaktan fazlasını düşünemiyoruz. Yaşamadığımız her tutku, hayal; kendimizi ait hissetmediğimiz yerlerin parçacıklarında gizli adeta. Sarmaşık duyguların karanlık sokaklarına taşmış, sokak lambalarına gizlenmiş ve bizler o çiçekleri, asmaları gündüzleri fark edebiliyorduk. Gece karanlık ve gizliydi. Şeytan yaşadığımız dönemin çok daha ötesinde olmasına rağmen geçmişi çok iyi biliyordu. Geçmiş yaşamları, karanlıkları ve gündüzleri de içine katarak düşündüğümüz ve onu uyguladığımız her kötün şeyin de parçası olmaktan haz alıyordur eminim. Şeytan içimizdeydi ve damarlarımızda dolaşıyor…
Biraz Sessizlik
Bu kısa girişten sonra biraz sessizlik düşüncemin tam olarak neresindeyim diye de edemiyor insan. Kim veriyor bu fikirleri ve kimler bu fikirlerin manifestosu, ilanı. Belli ki bir açıklık var. Yarım ve açık kalmış kapının aralığından içeri sızmış soğuk detayı ile boğuluyorum. Detaylar açıkların kanıtı olmaktan ileriye gidemiyordu. Bir şekilde hızlıca işlenen büyük günahlar işlendikten sonra arşa çıkıyor ve korunmasızlığa doğru ilerlenen büyük adımların da çağrışımı oluyordu. Bir yerde çok büyük yanlışlar ve hatalar yapıyorduk. Günahlar işliyorduk, devam ediyorduk ve bunun farkında değildik. Kimileri bu parçacıkları birer tutku haline getirmiş tekrarlıyordu adeta. Kısır döngülerin modifikasyonu olmuştu. Yapboz gibi tüm günahları işliyor ve onları birleştiriyorduk. Elbette akan suların nereye aktığını bilmeden nerede biriktiği konusunda fikrimiz yoktu. Sonuçta su akıyor ve gidiyordu. Bilakis zamanda bu şekilde geçiyor Nerede ne zaman harcandığını bilmeden çok uzaklarda, ötelerde, bir yerlerde. Eşitlik bunu adil yaşayabilmenin verdiği düzende saklı. Çünkü burada verebilecek olan mücadele yapılan eylemlerden daha çok niyetleri sentezliyordu. Büyük kurtuluşlar gerçekleşmemiş eylemlerin hep iyi niyetlerinde saklıdır. Aslında o gerçekleşmeden önce kazanmıştı. Zaman geçmek için var. Su akmak için var. İkisi birbirinden tamamen farklı kelimeler. Fakat insan zaman ve su kelimelerini bir kaç cümle içerisinde yan yana getirmeyi başarabilirlerse zaman su gibi akıp gidecektir. İşte bu farkındalık seviyesi düşünceler içerisinde kurulmuş adeta saatli bomba etkisi oluşturacaktır. Tıp ki baş ucuna koyduğumuz fakat sabahına uyanmak istediğimiz alarmın çalış şeklini anımsamak gibi. Biyolojik uyanma vaktimizin frenleyicisi olmuştur hep istenilmemiş duyguların yaşantısı ve yapay parçaları olmak. Tüm parçaların yaşantımızdaki yeri hep bir eksiklik ile tamamlanmıştır. Oradaki ilizyon parçayı çıkardığında eksikliği hissettirmemiş olmasıdır. Görünürde hiç bir problem yok. Sanki o parça baştan eklenmemiş olsa, sonraki varlığını sürdürebilmesinin de anlamı yok gibiydi. Fakat tüm inşa sürecinde onunda bir yeri vardı. Dişlinin bir parçası olmasına rağmen acaba? Diye de soramıyor insan. Acaba aklımızla yoluna koymaya karar verdiğimiz bu parçayı hayal etmeyi düşünme yoluna soktuğumuzda, sorgu ve şüphelerin yer değişmesine şahit olmak; orada istemsizce bulunmanın, görmemiz gerekenleri görüyor olmanın da suskunluğu değil midir kaçma isteğinin bizde oluşturduğu bir an önce sorumluluğu üzerimizden atma hissini yaşıyor olmak. Güneş her daim ışığını her şeye yansıtır fakat özünde biberi kırmızı yapıyorken elmayı da yeşillendirir. Öyle ki nerede kaybolmuş olursak olalım tekrar başa dönecek olsak ham ve işlenmemiş bilginin yeniden doğan kısmında var olabilirsek güneş gibi her şeye ışık saçabilen tarafta olabiliriz. Öyle ki tek bir parçanın yerinin değişmesi belki de bizi özünde ham yolculuğa çıkan pencerenin sağında tutabilir. Eğer ki sağı merkez olarak baz alırsak güneşi yol gösteren ışığın detayı olarak görebiliriz. Çünkü nasıl ki yeme içme ve barınma ihtiyacımız varken ışığa ve ısınmaya da ihtiyacımız var. Güneş zamanın geçen en güzel parçası. Bize barınmanın da peşi sıra meyvelerin sebzelerin klorofilini, beta karoteni, pigmentlerini veriyor. Doğal yaşamda temel gereksinimlerimiz aslında yaratıcımızın tek bir emirle güneş tarafından sağlandığı, toprak ve yağmurun birlikte harmanlandığı o yüce sistem dişlisinin çarkı içerisinde sunum yapılan tarafta yer alıyor olmak, şükür kelimesinin doğumuna eşlik ediyor bizde. Çünkü şükür tüm zenginliklerin farkındalık değerini taşıyor. Şükür yetinebilmektir aslında. Şükür varlıklarımızın da sigortasıdır. İstemek ile doğru istemek arasındaki farkı doğruyu istemekle bulmamız gerekiyor. Çünkü zaman herkes için eşit şartlarda geçmiyor. Yardımlaşmakta doğmanın bir parçası ve dişlisi. Yukarıda belirtmiş olduğum detay şu aslında. Parça baştan konulduğunda tamdır fakat; o parçayı çıkardığında yine tam olarak gözükmesi bir sorunu ortaya koyuyor. O sorun bir soru, o soru binlerce cevabında ortaya çıkmasına neden oluyor.
Biraz Sessizlik
Acaba sorun beyin ve algımı? Yoksa algılarımızın ve kararlarımızın beynimiz üzerindeki manipilasyonun o bazal etkisi mi? Bu sorunun cevabı kişiselleştirilmiş bir yaklaşım, kesinlik içerisinde klişeleşmiş bir öz sorgunun benliğinde kabul görmeyecek bir çağrışımı içerecektir fakat yine de belirtmeliyim ki; ”Değişiyoruz”. Fakat bu noktada döndüğümüz yer değiştiğimiz yerden daha öncelikli olmalı. Çünkü ikisinin de zamansal ve dönemsel açıları, mekan duyguları ve yansımaları çok farklıdır. Eğer ki bir nesneye her gün birden fazla aynı saat veya belli zaman periyodları arasında bakmaya devam edersek, ki burada bir simyacılığın parçacıkları toz haline geliyor. O nesnenin varlığına dayandığı temel sebeplerden daha farklı yaklaşım sergiler, daha farklı anlamlar yüklemeye çalışırız. Düşünce üzerinde tekrarlanan bir duygunun üstünde farklı nitelikleri kategorize eder. Buradaki temel fark hayal gücünün aynı düşünce içerisinde işleniş ve biçimlendirme tarzıdır. Acaba hangi düşlerimiz hangi cümlelerin içinde kaybolma heyecanını ve tutkusunu yaşamak istiyorken, hangi çark beyin dişlisi içerisinde bozuldu. Görünür de hiç bir şey yok? Bunu görünmez yapan da buydu. Metanın şeffaf perdelerden arasından sıyrılarak bir perdeyi daha açmasıdır. Bu söylemler asla bu nesnenin durduğu yeri değiştirmeyecektir. Bu nesnenin çapının ve niteliksel özelliklerini değişmeyecektir. Oradaki değişenin bir parça olduğunu kanıksayalım. Bu parçayı nesnel ve bütünsel parçalar haline bölelim. Bu parçaya daha ruhsal ve bedensel anlam yüklemeden parçanın bilimsel özelliklerini öne çıkaralım. Bu kısa detay bize parçanın hangi materyali olduğu konusunda fikir sahibi versin. Bu fikrin bizi bu parçanın klasik demir parça olma konusunda hem fikir sahibi etsin. Daha üzerine katma değer eklenmeden ham, işlenmemiş kısa veya uzun fakat bir bütün halinde görmeye devam edelim. Sıradan bir demir parçasının atomsal özelliklerine indiğimizde, işlenmiş ve gerçekleşmiş tüm detaylardan görüş aldığımız bilim bize o parçanın çelik olmayışından ötürü paslanabilir gerçeğini kabul edelim. Keza oksitlenebilir detayını da ekledikten sonra ortaya çıkan gerçek; bizden hep zamansal faktörlerin ortaya çıkmasındaki tüm detayları gizleyecektir. Eğer ki zaman faktörü olmasaydı o parça oksitlenmeyecektir. Peki bu süreç düşüncelerimizin ve hayal gücümüzün hangi dişlisi içerisinde yer alıyor? Oradaki zaman faktörü hangi kuyunun dibi, derini veya yüksekliği? Bu sınırı belirleyen faktörler neler? Fakat oradaki duygu ve durum farklı. Öyleyse şunu diyebilir miyiz? Hepimizin zamansal faktörleri çok farklı. Peki bu derinlik kuyusundan veya yükseklik göğünden kendimize zenginlik payı çıkarabilir miyiz? Burada dikkat etmediğimiz önemsemediğimiz nokta şu: Oradaki geçen zaman çok farklıyken ondan sonraki geçecek olan zamanda farklı olacak. Çünkü güneş ışınlarını baz aldığımda her saatin her ışığı farklıdır. Zamanı renklere bölseydik, kırılan tek bir rengi hedef göstermek yerine göremediğimiz, anlamlandıramadığımız ona anlam yüklediğimiz farklı renkleri yüklemek isterdik fakat ispat edemezdik. Buradaki en büyük tuzak aslında kara deliğe düşmektir. Çünkü yetinmek aslında şükrün anahtar kelimesidir. Kendi benliğin frenleyicisi olmakla birlikte paylaşmanın da önemini açan anahtar kelimedir. Yetinmemek ise çok istemek, istemeyi istemek, istemeyi hayal etmek ve doğruları istediğinden de emin olmanın tinsel tehlikelerini boyutsal sınırı olmayan görünmeyen renklerle saçmaktadır. Çünkü bu iş ruha sıçradığında ki bunu bir hastalık olarak varsayıyorum. İşte o zaman görünmez problemlerinde renklerini ortaya çıkacaktır. Bazı renklerin gerçekçi anlamlarını devam ettirebilmesi için onun gerçekliğini ortaya koyan kanıtsal niteliklere ihtiyaç vardır. Bu aslında bilimin de varlığını ortaya koyan nesnel çıkarımları ortaya koyacaktır ki nesnelerde kurulan her cümlelerin içinde doğru bir şekilde yer almaktan yardımlaşma ihtiyacı duyar. Temel içe sayımlarla, duygusal dürtü ve durumlarda, meta hallerde bu durum hep vardır kanıksamayacak kadarda çoktur. Çünkü bir nesnenin eksikliği bir parçanın atomudur. Mutlaka birbirini bulmak için tamamlanmak isteyecek, bir çağrışım oluşturacaktır. Mıknatıslar birbirine ters iken itim gücü birbirine yakınken çekim gücü oluşturur. Fakat her ikisinin farklı bir ülkede bulunması bu gerçeği değiştirmeyecektir. Şayet birbirine ait olan bir ihtiyaç dilinin varsayım olduğu noktayı baz alırsak bir gün kendilerini tamamlamak için biraya gelecek, birbirini arayacak ve bulacaklardır. Meta bazında akıldaki demir paslanmayı kabul edecek kadar gerçek değildir. Gerçeğini bulduğunda paslanmayı kabul edebilir. Bir nesneye defalarca bakmak o nesnenin yerini değiştirmez belki ama üzerinde düşünmek şekil verebilir.
Bu yazımda Biraz Sessizlik içeriğimi okudunuz. ”Biraz Sessizlik” küçük bir düşünce duygusundan doğan kısa metrajlı düşünme, duygu ve meta durumudur. Aynı zamanda bu yazı birer sorgulama metodu içerir. Her sorgu içinde binlerce parçalara dönüşmüş doğruları arar. Doğruları bulmak tek başına yeterli olmaz. Seçici olmak ve doğru olanı istemek gerekir. Biraz Sessizlik yazımı okuduğunuz için teşekkür ederim.